"Sinema filmleriyle olusturulan stereotipler ile Islam’i terörle özdeslestirme çabalari yogun sekilde sürmektedir"
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Diyanet İşleri Başkanlığı, Erciyes Üniversitesi, TRT, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) iş birliğiyle ATO Congresium’da düzenlenen 1. Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumu’nda konuştu.
Bakan Ersoy, medya ve İslamofobi ilişkisini masaya yatırırken öncelikle İslamofobi’nin ne olduğunu, neden ve sonuç ilişkisi içerisinde ele almak gerektiğini belirterek, İslamofobi’nin ifade olarak yeni olsa da düşünsel yapısının çok eskiye dayandığını, Batı medeniyetinin tarih boyunca tek tipçi bir zihniyete sahip olduğunu söyledi.
"Farklılıklara kapalı olan bu bakış açısı, kendilerini yücelterek üstün görmelerini, diğer toplumları ise aşağı görerek barbar olarak nitelemelerini doğurmuştur. İşte bu zihniyet bugün yabancı düşmanlığı ve İslamofobi’ye evrilmiştir. Bu noktada İslamofobi’nin temelinin 11 Eylül saldırılarına dayandırılmasının da bir çarpıtma olduğunu vurgulamak gerekiyor." diyen Ersoy, binlerce masum insanın hayatını kaybettiği elim olayın, söz konusu hastalıklı zihniyeti yeniden yükseltmek için bir basamak olarak kullanıldığını ifade etti.
Ersoy, İslamofobi kavramının türetildiğini, altını doldurup genelleştirmek adına yoğun bir söylem üretimine başlandığını, burada devreye giren en önemli aktörlerden birinin de şüphesiz medya olduğunu anlattı.
Medya araçlarının, insan zihninde bilgi olmadan fikir üretebildiklerine ve daha da önemlisi bu fikri benimsemelerini sağlayıp savunma eğilimi oluşturabildiklerine değinen Ersoy, araştırmaların İslamofobik tutumları yüksek olan bireylerin ön yargı düzeylerinin de yüksek olduğunu, bilgi sahibi olmadan peşin hüküm verme karakteri taşıdıklarını ortaya koyduğunu aktardı.
Bakan Ersoy, "İnsanları bu çizgide tutmak için milyonlarca dolar kaynak tahsis edildiği de gizli saklı değildir. Akademik çalışmalar gerek Amerika’da gerek Avrupa’da bunu inkara yer bırakmayacak ölçüde ortaya koymaktadır. Siyasi kurumlar ve hepimiz biliyoruz ki devletler, hükumetler bunu alenen yapmaktadır. Tabii burada medyanın sadece gazete, radyo ve televizyon olmadığını gözden kaçırmamamız gerekiyor. Yüzlerce milyon dolarlık sinema filmleriyle oluşturulan stereotipler ile İslam’ı ve Müslümanları terörle, şiddetle, insanlık düşmanı olmakla özdeşleştirme çabaları bugün de yoğun şekilde sürmektedir." diye konuştu.
İletişimde "eşik bekçileri" olarak tabir edilen kitleyi oluşturan insanların arasında, bugün en çok öne çıkanların "fenomen" kelimesiyle tanımlandığını, bunu hayata sokan ise sosyal medya mecraları olduğunu belirten Ersoy, sosyal medyadaki tehlikenin belki de diğerlerinden daha büyük olduğuna dikkati çekti.
"Üzülerek görmekteyiz ki, bir metnin, fotoğrafın ya da videonun paylaşılma ve izlenme oranı büyüdükçe inandırıcılığı artmakta hatta tartışmasız bir gerçek olarak kabul edilebilmektedir. İçerik üreticisi ise bir anda sözü dinlenmesi gereken, güvenilir bir kişi konumuna yükselmektedir." ifadelerini kullanan Ersoy, hem toplumların hem de toplumlar arası ilişkilerin sağlıklı gelişmesi için sosyal medya içeriklerini doğru değerlendirme ve yorumlama becerisinin bireylere kazandırılmasının çok önemli olduğunu belirtti.
Ersoy, "Yeni medya diye tanımlanan dijital oyunların da asla göz ardı edilmemesi gerekiyor. Şiddetin bir haz alma, keyifli zaman geçirme, rahatlama unsuru olarak çok küçük yaştaki çocuklardan tutunuz da yetişkin bireylere kadar kabul gördüğü ve normalleştirildiği bir çağdayız. Bu, İslamofobik eğilimi de yaymak için bir araç olarak kullanılmaktadır." değerlendirmesinde bulundu.
"Bizlerin hedefi, yalan söyleyenler değil yalan söylenenlerdir"
Tüm bu mecralar ve içerikler ile toplumların bilinçli bir şekilde önce gerçeklikten tamamen koparıldığını, belli bir amaca yönelik üretilen yalan ve sahte bilgilerle düşüncelerin dizayn edildiğini, İslam, terör ve şiddet sarmalında sürekli dayatılan çarpık enformasyonun insanlarda zamanla klasik şartlanma oluşturduğunu anlatan Ersoy, şunları kaydetti:
"Bu gerçekler araştırmalarla da sabittir. İslam’a ve Müslümanlara yönelik korku ve bundan beslenen diğer olumsuz duyguları hissedenler, neden böyle hissettikleri sorulduğunda elle tutulur, rasyonel cevaplar veremiyorlar. Bu gidişata karşı neler yapabileceğimizi ortaya koymalı ve sürekli güncel tutarak projelerimizi hayata geçirmeliyiz. Devletimiz siyasi olarak, ürettiği politikalarla bu mücadeleyi en güçlü şekilde sürdürmektedir. Ancak toplum olarak hepimize düşen sorumluluklar olduğunu bilmeliyiz. Güç, nasıl kullanıldığına bağlı olarak daima iki yönlü bir araç olmuştur. Medyanın gücü de bu şekildedir. Öyleyse yalana karşı gerçekleri ve doğruları aynı mecralar içerisinde ve yoğun şekilde vererek mücadele etmek, atılması gereken önemli bir adımdır.
Şartlandırılmış, sorgulamayan insanların soru sormasına, araştırmasına vesile olmak bu alanda ulaşılabilecek en önemli başarıdır. Çünkü insanın sorgulayarak, kendi çabasıyla ulaştığı gerçekleri değiştirmek, bu yolla edindiği fikirleri sarsmak çok zordur. Bizlerin hedefi, yalan söyleyenler değil yalan söylenenlerdir. Bildiği halde çıkarı için gerçekleri inkar edeni ıslah etmek neredeyse imkansızdır. Ancak bilmeyeni öğreterek doğruya ulaştırmak her zaman mümkündür. Zaten yüce dinimizin bize yüklediği vazife de budur. Tebliğ etmek, anlatmak ve bilgilendirmek."
"Sahte ve sanal söylemler, somut gerçeklerin karşısında kaybetmeye mahkumdur"
İnsanların kendilerine ayna tutmaktan asla imtina etmemeleri gerektiğini vurgulayan Ersoy, değerleri en doğru şekilde yaşayarak bunların hayata yansıtıldığı zaman, her yıl turizm kapsamında yüz milyonlarca kişinin ziyaret ettiği İslam coğrafyasında insanların gerçekleri görerek, deneyimleyerek, birebir iletişim kurarak öğrenmesini, anlamasını sağlayabileceklerini belirtti.
Bakan Ersoy, sözlerini şöyle tamamladı:
"Sahte ve sanal söylemler, somut gerçeklerin karşısında kaybetmeye mahkumdur. Ayrıca bilimde, ekonomide, teknolojide ve diğer alanlarda sürekli gelişmek, güçlenmek, öncü ve söz sahibi olmak da çok önemlidir. Hani o ıslah olmaz dediklerimizi, kendi çıkar endişeleri içinde doğruya ve gerçeklere mecbur etmek de bu sayede mümkün olacaktır.
Sözlerimi Filistin’de, İsrail zulmü altında hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabırlar dileyerek bitirmek istiyorum. Yıllardır yaşanan bu katliamların bir daha tekrarlanmayacak şekilde durdurulması için uluslararası toplumun daha fazla gecikmeden adım atmasını bekliyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti, dün olduğu gibi bugün de Filistin halkının yanında bütün gücü ve imkanlarıyla yer almaktadır. Masum kanlarının hesabı er ya da geç sorulacaktır."